Mutluluk
Sanatı : Bir Dokunuş Yeter
Zeynep
Doğanay
Dünyadaki en büyük güç
düşüncedir.
Her şey beyinde düşünme
ile başlar ve sonuç olarak aynı şekilde bize döner.
Son 20 yıl içinde beyin
hakkında geçmiş yılların iki katı kadar daha fazla bilgi edindik.
Bu bilgi birikimine göre düşüncelerimiz duyguları oluşturur ve o anda hipotalamus faaliyete geçerek sevgi, saygı, nefret ve öfke gibi davranışlara yön veren salgılar meydana getirir.
Demek ki duygu ve madde birlikte davranışı biçimlendirmektedir.
Duygu görünmez ya da görülemez olanı görebilmektir
bir anlamda.
Bunlar aslında çok
önceden bilinen gerçekler.
Ancak burada bilimin de
tutuculuğu ortaya çıkmaktadır.
Bilim İnsanları da Yanılır
Bir buluş ya da ilerleme
bir şekilde kabul gördüğünde onu değiştirmek kolay olmaz.
Değişim ya da yeni buluşa
karşı oluşan direnç bazen onlarca yıl alabilir.
Bilim insanları bazı
gelişmeleri çok uzun süre reddeder ya da o konudaki araştırmaları bilerek/bilmeyerek
engelleyebilir.
Demek ki yalnızca din
değil aynı zamanda bilimin de tutucu bir yanı var.
Örneğin 19. Yüzyılın sonunda
İspanyol bilim adamı R. Hall sinir hücreleri konusundaki çalışmalarından dolayı
Nobel Bilim ödülü aldı.
R. Hall’a göre sinir
hücreleri öldüğü anda geri kazanılamazdı.
Ancak 1962 yılında bir
Alman araştırmacı sinir hücrelerinin yeniden faaliyete geçebildiğini buldu.
Bilim dünyası bu yeni
görüşe bir türlü inanmadı ve bilim dergileri bu konudaki araştırmaları
yayınlamayı uzun yıllar reddetti.
1992 yılında sinir
hücrelerinin net bir şekilde yenilenebildiği kanıtlandı ve bilim dünyası bunu
kabul etmek zorunda kaldı.
Bu 40 yıllık geç
kabullenme acaba kaç insanın sağlığını yitirmesine neden oldu?
Hiç düşündünüz mü?
Sinir hücrelerinin
yenilenmesinde duygu ve düşünce önemli bir rol oynamaktadır.
İyi ya da olumlu bir
düşünce iyi bir DNA molekülünün oluşmasına katkıda bulunurken, kötü ya da
olumsuz bir düşünce kötü bir DNA molekülünün oluşmasını sağlamaktadır.
Ve bu da insan sağlığını olumsuz
etkilerken aynı zamanda sağlıklı bir düşüncenin oluşmasını da engellemektedir.
Olumlu düşünüldüğü anda
vücut dopamin, endorfin ve oksitosin hormonu gibi bazı olumlu kimyasal maddeler salgılıar.
Oksitosin psikolojide
saygı hormonu olarak bilinir ve insanlar arasındaki saygı bu hormon sayesinde
işlerlik kazanır.
Bu hormon sarılma ve
temas aracılığıyla daha doğrusu bir dokunuş ile salgılanır ve karşılıklı
kabullenme ile işlevsel duruma geçer.
Bir
Sevgi Dokunuşu İle Başlar Herşey
Biz çocukları, doğduktan
sonra kabullenip temas kurarken oksitosin hormonu devreye girer.
Oysa çocuk embriyo
halinde iken bu kabul ve temas sağlanırsa çocuk henüz doğmadan bunu hissederek
aynı hormonu salgılar.
Bu nedenle çocuğun ana
rahmine düştüğü andan itibaren olumlu bir düşünceye sahip olup olmaması
doğrudan ebeveynlerin temas ve kabulüne bağlıdır.
Tüm bunlara karşın
dünyaya geldiği anda çocuğun çevresi devreye girer.
Çocuk öfkeli, kızgın ve
olumsuz düşünceye sahip bir çevrede, içinde biriktirdiği olumlu sinir
hücrelerini devreye sokamaz.
Bu da çocuğun oksitosin
hormonu salgılamasını engelleyerek insanlara karşı saygı duymasını sekteye
uğratır ve yaşamı mutsuz devam eder.
Hoşgörülü ve olumlu
düşünceye sahip bir çevrede ise çocuk tam tersi düşünceye sahip olur ve
yaşantısı ona göre mutlu geçer.
Bir sevgi dokunuşunun ya
da olumlu bir düşüncenin bu kadar önemli olduğu ya da insan yaşamını bu kadar
fazla etkilediği hiç aklınıza geldi mi?